15 Haziran 2011 Çarşamba

Tek Tabanca

        
           Takım elbiseli herif tabancasını kalbime dayamıştı. Diğeri, üzerinde zincirli, çivili, asma kilitli siyah deri mont olan goril ise sağ şakağıma.
Gündoğumunun mübarek aydınlığı, katillerimin cilalı suratlarındaki uğursuzluğa kâr etmiyordu.
Ölmek istemiyorum, dünyanın berbatlığına üç günde alıştım.
Hırıltılı çakal sesleriyle, son kez, formalite icabı soruyorlar: “Çanta nerde?”
[Aziz okuyucu, çantanın nerede olduğunu vallahi bilmiyorum.]
Kilometrelerce koştum, peşimi bırakmadılar. Enselendim. Onların öldürme arzusu, benim yaşama azmime galip geldi.
Bahattin Karatempo’nun adamları beni vurmak için sabırsızlanıyorlar: Kalbime ve şakağıma dayalı namlulardan, tetikte gerilen parmaklarını hissediyorum; onlar da benim kalp atışlarımı, nabzımı duyuyorlar.
Yutkunuyorum.
Vjınk!!!
Deri montlu, sol omzundan belinin sağına doğru çaprazlama ikiye bölünüyor! Toy caninin ani ve acıklı sonu.
Fhiyzt! İki dirhem bir çekirdek tetikçinin kellesi uçuyor! Gövdesi olduğu yerde duruyor, tabancası hâlâ kalbimi işaret ediyor. Uçan kelleden geriye kalan boşlukta sakallı bir beyefendinin yüzü beliriyor. Haddinden fazla uzayan 2, bilemedin 3 saniye sonra, takım elbiseli gövde devriliyor.
Elinde kocaman, kanlı bir kılıç, gözlerinde şimşek ışıklarıyla bana bakan adamı inceliyorum. Acaba, Bahattin Karatempo’dan daha güçlü bir hasmım mı var? Düşmanının düşmanının dostluğuna tenezzül etmeyecek denli müthiş biri?
Hayatım, gözlerimin önünden film şeridi gibi geçemiyor, çünkü hafızam yanmış bir sinema kadar boş.
Kılıç, tabancadan daha korkutucu. Dizlerim titriyor, kalbim patlayacak gibi, keçileri kaçırmak üzereyim!..

***

“İyi misin evlat?” diye hatırımı sordu. Kanlı kılıcı, cesedin ceketine silerek temizledikten sonra mağrur bir ifadeyle etrafa bakınıp kınına soktu.
Gözleri demli bir okyanus gibi sakin.
Kurtarıcımın uzun giysisi kılıcı kamufle ediyordu.
“İ-i-i-iyiyim!” İçimde bir laboratuar havaya uçmuş gibi hissediyordum.
“Kendine mukayyet ol” dedi ve sırtını dönüp gitti.
“Bir dakika!” Ardından yetiştim. “Efendim, kimsiniz siz?”
Başını çevirdi, bir an yüzümü inceledi: “Hamza.”
“Hamza?”
“Muhammed’in amcasıyım.”
“Muhammed?”
“İslam peygamberini tanımıyor musun?”
“İslam mı? Beni mazur görün lütfen, 11 gün önce kafatasıma bir mermi saplandı da…” işaretparmağımla alnımın bantlanmış sağ üst kısmını gösterdim “hafızamı kaybettim. Hayatta kalmam için gereken bilgiyi bile içeride bulamıyorum.”
“Gel benimle.” Birlikte yürümeye koyulduk.
Nazlı nazlı ilerleyen bir devriye arabasının içinden polisler bizi kesiyordu. Hamza Bey’in arkasına saklanarak yüzümü gizledim.
Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçtik. Çimlere basarak ilerledik. Derviş’in Yeri adlı çay bahçesinde oturduk.
“Bismillahirrahmanirrahim. Adını bağışlar mısın evlat?”
“Zahir Zayi”
“Komik bir ismin varmış.”
“Yo, bu benim gerçek adım değil. Romanlarımda kullandığım bir müstear.”
“Roman derken?”
Aceleyle açıkladım: “Kızları ağlatmaya, erkekleri güldürmeye yarayan bir kitap. Romanlarım hakkında bir fikrim yok. Galiba işinin ehli yazar, uydurma bir ad ve benim bedenimi kullanıyor. Fakat Zahir Zayi uydurma bir isimse ben kimim?.. Kaçırılmışım. Üzerimde kimlik yok. Basında yayınlanan fotoğraflarda benim yüzüm var. Gerçek adımı kimse bilmiyor. Adresim belli değil. Komadan uyandığım anda polisler tarafından hastaneden alınıp zırhlı bir araca bindirildim. Sonra gangsterler yolumuzu kesip beni kaçırdılar: Başlarında, Bahattin Karatempo diye bir kaçık vardı. Akşamdan sabaha kadar işkence ettiler. Bu olay iki gün önce oldu. Söylediklerine göre birlikte banka soymuşuz. Bir yazar banka soyar mı? Size mantıklı geliyor mu? Üstelik, paraları suç ortaklarımdan da çalmışım! Daha da acayibi, onları soyduğumu, beni vurduktan sonra fark etmişler!.. Ellerinden şans eseri kurtuldum. Pek öyle de sayılmaz gerçi, fakat detaylara girip başınızı ağrıtmayayım. Şimdi polis de harıl harıl beni arıyor. Aslan Kral denen depresif komiser ikide bir televizyona çıkıp hakkımda konuşuyor. İki gündür Sedef Hedef diye bir kadının evinde saklanıyorum. Doğradığınız haydutlardan deri montlu olan var ya, onun ağabeyi Timur Tümör kemiklerimi öğütmek üzereyken, Sedef Hanım beni önce motosikletiyle kurtardı, sonra helikopterle kaçırdı. Meğer kitaplarımı pek severmiş. Bana haddinden fazla iyi davrandı. Adlarını ve sayısını bilmesem de romanlarım epey esaslı herhalde, ben de merak ettim. Güneş doğmadan önce, fırından ekmek almak için çıkmıştım. Adamlar beni buldu. Sonra siz geldiniz…”
Hamza Bey alnını kırıştırmıştı. Sözlerimi ibretli buluyordu sanki. “Fesuphanallah…”
Garson geldi: “Hayırlı sabahlar. Ne arzu ederdiniz?”
Hamza Bey: “İki kahve alalım biz.”
Garson gidince, Hamza Bey nazikçe mırıldandı: “Demek İslam’ı da unuttun?
“Maalesef.”
Hazret-i Hamza bana İslam’la ilgili temel bilgileri anlattı. Yeğeniyle gurur duyuyordu. Mekke’deki direnişi; zenginlerin önce öfkeye, sonra paniğe kapılışını; çatışmaları anlattı. Hz. Ebu Bekir’in alicenaplığından, Hz. Ali’nin cengaverliğinden ve diğer bazı dostlarının ilginç yönlerinden bahsetti. Hz. Ömer, canını almak üzere peygamberin evine gitmiş ve orada şahadet getirerek İslam’a girmiş. Hz. Hamza, Bedir Gazvesi’nde Şeybe, Utbe adlı iki kardeşi öldürmüş… Hicret’ten, Medine’deki kardeşlikten söz etti. Yakında müminler ve müşrikler arasında bir savaş daha olacakmış. Uhud Dağı’nın eteklerindeki bu savaşta, Hamza öldürülecek yani şehit olacakmış. Bunu öğrendiği için sevinçliydi. Dahası, kendisini öldüren kişi sonradan İslam’ı kabul edecekmiş…
Hayatımı kurtaran bu zaman yolcusunun sözlerinin letafeti, kalbime ferahlık vermişti. Doğru zamanda doğru yerde bulunmanın hoşnutluğunu yaşıyordum.
Meraklanmıştım: “Peki 1400 yıl öncesinden bugüne, buraya nasıl geldiniz?”

“İbrahim Kurban ve Nuh Tufan adında iki ihtiyar getirdi bizi buraya.”
“Bizi mi? Başkaları da mı var?”
“Evet. Nuayman, Abdullah bin Revaha ve Musab bin Umeyr, dördümüz geldik.”
“Nasıl?”
“İbrahim Kurban zaman – mekan makinesi icat etmiş. Nuh Bey’le birlikte bizi ziyarete geldiler…”
“Ne zaman icat etmişler makineyi? Beni de 1 hafta öncesine götürseler ya?!”
“Miladi 2033 yılında icat edilmiş makine. Seni 1 hafta öncesine götürmeyi kabul ederler tahminimce. Hatırımı kırmazlar.”
“Diğerleri nerdeler?”
“Arkadaşlarım mı?”
“Evet.”
“Biz birbirimizi kaybettik.”
“Öyle mi?! Ne olacak şimdi?!”
“İkindi namazından sonra Süleymaniye’nin karşısındaki kuru fasulyecide yemek yiyoruz. Orada buluruz birbirimizi.”
Hz. Hamza’yla kol kola girdik ve Süleymaniye’nin yolunu tuttuk.
Öğle ezanı okunmaya başladı.
“Kâbe’ye yürürken Bilal’le de böyle kolkola girmiştik” dedi.
“Bilal mi?”
Evet, şu duyduğun ezanı ilk okuyan kişi.
“Bir şey rica edebilir miyim?”
“Elbette, biz kardeşiz.”
“Belki beni de yanınıza alırsınız, Efendimiz’in elini öpmeye gelirim, Bilal’le, diğerleriyle tanışırım?..”
Hz. Hamza’nın gözleri buğulandı: “Muhammed’le tanışmak istiyorsun ha? İyi de… Makine 6 kişilik. Nuh Bey yolculukta bize eşlik etmeyecek olursa, onun yerini alabilirsin.”
“İnşallah… Fakat önce sizden bir ricam var…”
“Buyur genç dostum.”
Derhal kelime-i şahadet getirip Müslüman oldum.

MURAT MENTEŞ: Ajda Pekkan “Biz birbirimizin rüyasıydık” demişti…

        

             Dublörün Dilemması ve Korkma, Ben Varım adlı kült romanların yazarı “afili filinta” Murat Menteş de  iyimser tabiatlı edebiyatçılardan… Son 10 yılın en unutulmaz fotoğrafı ona göre Ada Pekkan’ın Kürtçe söylediği geceden…
             10 yılın görüntüleri bir heavy metal şarkısı klibi gibi. İkiz Kuleler’e yolcu uçaklarının dalışı. Necef’te başına çuval geçirilmiş Iraklı esir; tel örgülerin ardında kucağında oğluyla. Filistin’deki katliamlar. Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta “One minute” resti çekişi. Endonezya’da tsunami; Kenya, Somali ve Etiyopya’da kuraklık. Mahrumiyetin, açlığın dehşetengiz sahneleri. Saddam Hüseyin’in idamı. İsrail’in Lübnan’a, Mavi Marmara gemisine, camiden çıkan çocuklara saldırması. Bombardıman, infaz, yıkım. Alper Görmüş’ün mahkemede iki bavul dolusu belgeyle kendi beraatine itiraz etmesi. Ama benim aklıma tüm bunlardan önce Ajda Pekkan’ın 2009′da Diyarbakır’da bir konserde Keçe Kurdan’ı Kürtçe söylemesi geliyor. “Biz, birbirimizin rüyasıydık, şimdi o rüya gerçekleşiyor” demişti. Bence Kürt Meselesi’ne öncelikli olarak siyasi değil, kültürel açıdan bakılmalı. O yüzden, bu bir türlü çözülemeyen, acı yüklü sorunla ilgili en önemli şeyi Ajda Pekkan yaptı. İzinden gidilebilirse, süper olur. Böyle düşünüyorum.
 
                     Egoist Okur'dan  alıntıdır ! 
                      http://egoistokur.com/

Seçmen: Mhp bu bir UYARIDIR!!!

         Seçimde önce Kaset Olaylarıyla çok sık gündeme gelen Mhp'nin barajı geçip geçemeyeceği epey konuşuldu.Kaset skandalının üstüne Bahçelinin Okyanus Ötesi göndermeleriyle Cemaatide karşısına alması muhafazakar ülkücüler arasında pek iyi karşılanmadı.Bütün bu olanlardan sonra herkesin aklına şu soru geliyor peki tüm bu olup bitenlerden sonra Mhp nasıl barajı geçti??

        Sorunun analizini Ahde vefa ve Kürt sorunu boyutuyla izah etmeye çalışağım.

        Öncelikle seçmenin değişimden yana olduğunu 58lik Anayasa referandumuyla gördük.Seçmen yeni Türkiye vurgusuyla Mhp'ye Kürt sorununda çözümden yana olması gerektiğini ilk kez burada bildirmişti.Ve bundan sonra sırasıyla cemaate karşı vurucu sözler ve kaset skandalı Mhp'yi baraj altına itecek kadar oy erimesine yol açtı. Fakat eski ülkücüler,küskünler olsun değişim taraftarları Mhp'nin siyaset dışı aktörler tarafından onursuzca siyaset sahnesinden silinmesini gururuna yediremedi ve sandıkta Mhp'ye sandıkta çıktı.Fakat bu Mhp'yi körü körüne desteklemek değil bir ahde vefa duygusuydu.

        Mhp'nin önemli oy aldığı İç Anadolu,Erzurum,Rize,Elazığ-Erzincan Hattının Akp'ye kayması olayın Kürt Sorunu boyutunda Mhp'ye bir uyarıydı.Kısaca Çözümün dışında kalma ve yeni Türkiyede yerini al.Yarının inşaası için yerini al.


       Kısaca Mhp Halk desteğini kaybetmek istemiyorsa artık yeni Türkiye argümanlarıyla konuşmak zorunda olduğunu gördü.

      Mhp'ninde demokratik anayasa'ya ve Kürt Sorununun çözümüne destek vermesi temennisiyle...
                  Yazmış Bulundum...



           

Malumun ilan edildi.

      Seçimle ilgili düşüncelerimi biraz geç yazıyorum.Çümkü kül bulutlarının biraz dağılması gerektiğini düşündüm. Daha önce 13 Haziran sabahı başlıklı yazımda da belirtmiştim seçim sonuçları belli asıl önemli olan Yeni anayasa,dış politika AB meselesi diye. Birkaç süpriz  barındırsada seçimi tamamladık ve 3.Dönem AKP hükümeti ile yola devam kararı alındı.Değişik bir meclis bizi bekliyor.Ergenekon sanıklarıyla,Anasanı satan zihniyet kelamıyla ünlü MEclis Başkanı,En sivil vekiliyle,Sırrı Süreyyasıyla,Hakan Şükürüyle, Kurucu Meclis ve yeni Anayasa sesleriyle evlere şenlik bir yasama yılı geçireceğimiz belli.

      İşin garibi seçim gecesi her zaman bir kazananın bulunması ve buna karşılık'ta bir kaybedenin bulunması gerekir.Ama sabaha kadar izlediğim programlarda söz alan hiçbir siyasetçide kardeşim hiç beklediğimiz oyu alamadık hatalıyız dediğini duyamadım. Chp hedeflediği yüzde 30'a ulaşamadığı halde oylarını arttırdığına seviniyor.Akp hala %50 oy alıpta sandalye kaybetmeyi anlamış değil.Kısaca mağlubu olmayan bir seçim geçirmişiz!!!


     YEni Dönemin ülkemize refah,demokrasi,kalkınma getirmesi temennisiyle...

                       ...Yazmış Bulundum...

4 Haziran 2011 Cumartesi

13 Haziran 2011 Sabahı

    

         Daha seçimi görmeden 13 Haziran sabahını anlatmak da ne demek dediğinizi duyar gibiyim.
   
        Aslında üç aşşağı beş yukarı seçim sonuçlarının ne olacağını hepimiz kestirebiliyoruz. tıpkı 13 Eylül sabahına uyandığımız gibi 13 Haziran sabahınada uyancağız.Ve o andan itibaren önümüzde yeni dünya düzeni trendinde yeni bir Türkiye profiliyle kesin bir şekilde yola devam edeceğiz.Asıl konusmamız gerekenler 13 Eylül sabahında karşımıza cıkacak olanlar.Önem sırasına koyacak olursak:


      1. Yeni Anayasa çalışmaları ve Demokratikleşme süreci
      2. Ekonomik kalkınmada İstikrar devamı ve dalgalanan yabancı sermayenin yurda çekimi için ekonomik teşvik ve bununla paralel altyapı iyileştirmeleri(Kanalİstanbul,MArmaray vb.)
     3. Değişen Orta Doğu konjoktrü ve Türkiyenin yeri
     4. Filistin Meselesi

      Bu 4 ana başlık aslında Türkiyenin gelecek 50 yılını şekillendirmesi açısından altın fırsatlar sunuyor. Yeni sivil anayasayla demokratikleşmiş ve istikrar kaynağı haline gelen TÜrkiye Avrasyada aranan lider rolüne rahatlıkla soyunabilir.Ve bu istikrar yabancı sermayenin ülkemize gelmesinde ve ulusal sermayenin,yerli şirketlerin dış yatırımlarında kredi güvencesi oluşturmada büyük imkan tanıyacaktır. 

     Ortadoğuda başlayan değişim rüzgarıyla adı konulmasada yeni kapital düzende daha fazla demokratik daha fazla zengin Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri yaratılmak isteniyor.Bunlar yaratılacak ki İphone 5 yeni piyasalarda da yok satsın.Nükteli bir biçimde değindiğim devinimlerde Türkiyenin rolü ve sonrası için sağlıklı stratejiler oluşturulmalıdır.

    Filistin MEselesiylede özellikle 67 sınırları çerçevesinde dizginlenmiş bir İSrail Ortadoğu'nun barışı ve istikrarı için kaçınılmazdır.

                                                 Yazmış Bulundum

27 Mayıs 2011 Cuma

Yassıada İzlenimlerim

   
 


        Bugün 27 Mayıs,tam 51 yıl önce bugün cumhuriyetin ilk darbesi yapıldı;bildiğiniz gibi Adnan Menderes,Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan dar ağacına gönderildi.Onlarca DP milletvekili çeşitli süreler hapis yattı.Bu darbe son değildi.Darbelerin önünü acabilmek için darbedeb sonra Genelkurmay Başkanı,kuvvet komutanları ve 265 generalden 230'u görevlerinden uzaklaştırıldı kısaca darbeciler ipleri eline aldı.Neyse burada tarihçilik yapmayacağım bugün Genç Sivillerle beraber ''Bir daha Asla'' sloganıyla gerçekleştirdiğimiz Yassıada çıkartmasından izlenimlerimi paylaşacağım.

         Arkadaşlarla Kadiköy iskeleden yola çıktığımızda yanımızda Mete Tuncay,Osman Can,Ferhat Kentel,Turgay Oğur'da bulunmaktaydı.Motor yolculuğu her an biri çıkacakda birine evlenme teklifi edecek havasındaydı bunda çalan şarkıların etkisi yoktur demek imkansız.Ortama en güzel uyacak sarkının Bir Gece Ansızın Gelebilirim olması gerektiğini Turgay Abiye desemde bir şey değişmedi tabiki.

           Bir saatten uzun motor yolculuğundan sonra adaya vardığımızda tam anlamıyla harabeye geldiğinizi zannediyorsunuz.Başka zaman bir kişi bile bulunmayan adada 27 Mayıs gerekçesiyle eklenen emniyet amirleri ve sahil güvenlik ortama çıkartma havası veriyordu. Ada sanki lanetlenmiş gibi sanki aldığı canların masumiyeti adayı öldürüyor,hayaletleştiriyor.Dediğim gibi ada tam bir harabe.Yaptığımız kısa bir keşif gezisinden sonra darbe sonrası kurulan mahkemenin yapıldığı büyük spor salonuna geçtik.İçeri girer girmez dava,jüri,satılmış hakimler ve gözü dönmüş ve kefenle bekleyen nöbetçileri hayal ediyorsunuz.Duygusal konuşmlara yapıldı DP eski başkanı Suleyman Soylu ve tiyatrocu Ulvi Alacakaptan'ın konuşmaları özellikle duygusal havayı arttırdı ve yer yer gözyaşlarımıza hakim olamadık. Tek kelimeyler bir Demokrasi çıkarması olan bu eylemi oluşturan Genç Sivilleri canı gönülden kutluyorum.

    Yazmış bulundum...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Ne Garip

Ne garip zamanlarda yaşıyoruz.Eskiden karaladığım bazı şiirleri yazıları aylar sonra bi kitabın arasından düşürerek bulduğumda dünyalar benim olurdu. Şimdilerdeyse aylar önce yazdığım yazılar facebook'ta tekrar karşıma çıkıyor.

Onlardan biri, (sahibinin iznine sığınarak)


Ölüme saatler kala , ölüme inat kanatlarını çırp kelebek,

Ölüme dakiklar kala ,gökyüzünün sonsuz mavilğine kanat çırp kelebek 

Ölüme saniyeler kala bir gülün kanatları altında gözlerini kapa kelebek.
 
Kanatların gülün emaneti değil miydi sana havada son bir raks icin ?

                 Yazmış Bulundum...



19 Mayıs 2011 Perşembe

Leyla ile Mecnun'dan güzel bir sahne



Harika dizinin hoş bir sahnesi. Leyla ile Mecnun'un komedi dizilerine yeni bir soluk ve vizyon getirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.



Varlığının tiryakisi
Yokluğunun delisiyim
Beni senden mahrum etme
Gözlerinin hastasıyım

Sevgim yüce dağlar kadar
Içerimde volkan kaynar
Anlamazsın sen bebeğim
Sevdalılar beni anlar

Revamıdır harap olmak
Aşkın ile her gün yanmak
Gözyaşımdan başka nedir
Seni sevip sensiz olmak

10 Mayıs 2011 Salı

Sen İnsan kalın derdin Dostum, ama kalamadık


Melek fabrikaları” diyordun Gazze için. “İsrail vurdukça melekler yükseliyor” diyordun Gazze'nin bacalarından. “İsrail'in, tüm insan hakları ve uluslararası kanunları ezip geçen suç arzusunun, bizim insan haklarını savunmadaki kararlılığımız kadar asla güçlü olamayacağından eminiz” diye direniyordun. “Ceset-aç tanklara” siper olmak için ambülânslarla dolaşıyorlardı, bizler pahalı ciplerin üzerinde hava atarken. 

Neden orada kaldığını “Bu zayıf organları kopmuş, kesilmiş bedenler, daha açmadan söndürülmüş bu hayatlar, ömrümün geri kalanında sürekli tekrarlanan bir kâbus olacak. Eğer hala onların sonları hakkında konuşacak güç bulabiliyorsam sadece artık sesleri olamayacak, aslında hiçbir zaman sese sahip olmamışlara adalet istediğim içindir” diye anlatıyordun.

“Orada birileri var mı?” diye soruyordun insanlığa, “bombardımandan çok terk edilmişlik insanı perişan ediyor” diye anlatıyordun yalnızlıklarını. Gazze'de gördüklerinden ve “çocukların ağır ceset kokusundan sonra” bu kirli dünyada adını yaşatacak bir nesilden bile vazgeçmiştin. Şöyle haykırıyordun:

“Lütfen, birisi bu kâbusu durdursun! Sessiz kalmayı seçmek şu an yaşanan soykırıma çanak tutmaktır. “Medeni” dünyanın her başkentinde, her şehrinde, her meydanında, öfkenizi bağırın, öyle bağırın ki bizim acı ve korku çığlıklarımızı bastırsın! İnsanlığın bir parçası, bu işe yaramaz sessizlikte hazin şekilde katlediliyor.” 

Gazze bombalar altında can verirken, Vittorio'ya “Yeni Yılı kutlayan ve bu masum sivillerin katline ortak olduğunu ve suç ortaklığı yaptığını anlamayan Avrupa ya da Amerika'daki şehir cennetlerinde dinlenmek yerine Gazze cehenneminin ortasında olmak çok daha rahatlatıcı” diyerek seçimini yapmıştın.

Gazze senin cennetin oldu, bize de aymazlığın, duygusuzluğun ve ihanetin cehennemi kaldı. Dostum seni mutlu edecek bir haber veriyim Filistin birleşiyor keşke sende görebilseydin...

“İnsan kalın” diye bitirirdin yazılarını.

"insan kalın"

"İnsan kalamadık be Vittorio! İnsan kalamadık!.. " 



9 Mayıs 2011 Pazartesi

Barışan Kardeşler: Yeni Orta Doğu Düzeni

       
           Geçtiğimiz aylarda Tunus'ta başlayan ve Domino Etkisi veya Arap Baharı olarak adlandırılan kitlesel hareketler hızla gelişim gösterip Devrim'e ulaşmıştır. Bu devrimler Orta Dopu'da dikdatörlerin tek tek düşmesiyle;Libya ve Suriyede direnişin sürmesi ve demokrasiye daha hızlı ulaşmak için yapılan gösterilerle son sürat devam ediyor.Devrim şehitlerine Allahtan rahmet diliyor ve kanlarını akıttıkları devrimlerin demokrasi ve halk iktidarlarıyla taçlanmasını temenni ediyorum.
         Çoğu akademisyen bu değişim sürecini Amerikanın yıkıcı Neo con politikalarından ve artık dünya kapitalizminin soğuk savaş artığı dikdatörlüklerle yola devam edememesinin bu devrimlerin nedeni olduğuna ikna edici kanıtlar sunsada devrimleri Abd'ye hediye etmeninde abeste iştigal olduğunu düşünmekteyim.Özellikle Türkiye'de şu anda bir değişim süreci yaşarken bu değişimlerden etkilenmemesi söz konusu değil.Yeni siyasal düzlemin daha hayırlı olacağını düşünmekteyim her devrim gibi Arap Baharı'nında zamana ihtiyacı var.Ama sevindirici gelişmelerde yaşanmıyor değil devrimler daha 6 ayını bile devirmeden OrtaDoğu'nun kanayan yarası olan Filistin sorununun çözümü için çok önemli adımlar atıldı.Bilindiği üzere fiili olarak 2 ye bolunmus olan (Hamas ve El Fetih)Filistin Türkiye ve Mısırın ortak girişimiyle aradaki çatışmalara son verilip bu direniş hareketi barıştırıldı ve tabiki İsrail'in tepkisi gecikmedi.

      Peki Filistin'in birleşmesi ne ifade ediyor bu birleşme arzusunu bir Filistinli kızdan dinleyelim:

'' Ne yapacağımı bilmiyorum.İsraile karşı bir harekette bulunmak için önce taraf secmeliyim fetih mi? hamas mı? Bu da ancak bir iç savaş sonucu cevap bulabilecek bir soru.Ne yani düşmanla savaşmak için önce halkımlamı savaşmalıyım''

       İşte birleşmenin önemini anlatan en güzel analizdi bu feryat.Ama artık hepsi geride kaldı artık tek vücut bir filistin var karşımızda.Ama kaybedecek bir saniye bile yok MAdrid Konferansından kovulan Filistin bu sefer dünyaya geri dönmeli.Gelecek yıl BM'de Bağımsız Filistin dosyası açılacak ve Filistin'in bağımsızlık süreci resmen başlayacak.Bize çok iş düşüyor. 

Teşekkürler Devrim,
Teşekkürler Mısır ve Türkiye,

Hadi Filistin bu sefer tarihin doğru yerindesin.

          Yazmış bulundum...

Kürt Sorunu Üzerine

   




 

   Araştırmacılar Anadoluyu medeniyetler beşiği diye adlandırıyor. Üstadsa yüzüme bakıyor ve o cümleyi kuruyor:'' Üzülüyorum sizin için hem de endişeliyim bu topraklar kavimler mezarlığı,bu topraklarda yaimak hiç bir coğrafyayla kıyas kabul etmez derecede zordur.'' 
      
      Bu kadim coğrafya için nasıl da paradoks yaratacak kadar derin uçurumlarla ve karşıtlıklarla inşaa edilmiş izahatlar değil mi?

      Bugün bi kızla tanıştım Kürt'tü. Kürt olması bu coğrafyadan bu tutkulu topraklardan bir parçayla yoğrulmasını sağlamış.Kısaca etni sitesinin önemi yok Anadolu topraklarında acılar,nefretler,korkular çok benziyor birbirine.

      Kızla yaptığım konuşmamdan sonra şuna iyice kanaat getirdim ki Kürtleri İmparatorluk dönemindeki milliyetçi hareketlerden daha farklı değerlendirmek gerekiyor.Sırp,Romen,Arap,Yunan vb milli devinimlerden farklı ögeleri an içinde kafanıza dank efekti verecek kdar hızlı etkili uyarıcılık yapıyor.

      Kürtler arasında pkk terör örgütünün Kürtlerin ana temsilcisi olarak kabul edilmemesi ve geniş kitlelercede desteklenmemesi çözüm içim önemli ama konusmalarda ozellikle bazı yerlerde pkk ve devlet ikilemiyle koy arası catısmalarda yasanıyor.Ama en onemlisi terör örgütünün geniş kitlelerce destek görmemesidir.

      Kürtlerin özellikle dil ve kültür alanındaki istekleri dikkate alınmalıdır.Ama özerklik talebi reddedilmelidir. Acık konusucam ana dil konusma hakkı vb haklar Kürtlerin hakkıdır. 
Özerklikse pkk ve radikal ayrılıkcı kesmin azınlık seslerinin yankısıdır. O yuzden cozum surecınde özerklik kelimesinden bahis edilmemesi gerektiğini düşünmekteyim.

     Ve Kürtler şunuda unutmamalı Devlet(Kemalist rejim ve intelijiyansiyası) sadece Kürtlere zulmetmedi.Devlet hatırı sayılır sayıda Türkü şapka kanununa muhalefetten katletti.1980de ülkücülerde insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. O yüzden bu coğrafyada herkes kendi hikayesini yazdıkca ve okudukca demokratikleşme çabamız boşa gidecek gelin yeni bir anayasayla yeniden başlayalım. Türk,Kürt herhangi bir milliyet üzerine inşaa edilmeden demokratik bir anayasayla daha güzel bir coğrafya yaratalım...

             Yazmış Bulundum...

29 Nisan 2011 Cuma

Kraliyet Düğünü ve Demokrasi





Bildiğimiz gibi Prens William ve Kate Middleton çifti bugün hatta şu saatlerde dünya evine giriyorlar.Allah bi yastıkda kocatsın diyip asıl anlatmak istediğim meseleye döneyim. Dünyada ilk kez krala karşı baş kaldıran ilk anaysal sürece giren ve meşrutiyete ilk kez merhaba diyen ve demokrasinin beşiği sayılan bu ülkede bugün Kraliyet düğünü yapılıyor.İngilizler ve milyonlar Kraliçeyi ve Kraliyet ailesinin bu müthiş düğününü görmek için ekran karşısına geçiyor.


Çok garip değil mi? Sembolikte olsa Birleşik Krallık adını kullanan 'U.K' Kraliyet ailesini barındıran İleri demokratik bir ülke... Biz mi yanlış biliyoruz yoksa İngilizler mi saf hadi canım kralla padişahla demokrasi mi olurmuş.

Ve tokat gibi cevap: Evet,Mösyö....


Ne yani şimdi padişahı kovmaya gerek yokmu hani 23 Nisanda okuduklarımız bugün meclis kuruldu sonra hemen padişah kovuldu.Padişah kovmayı Demokrasi,balo yapmayı modernlik sayan zihniyete en güzel cevabı İngiltere veriyor.Şu espriyi yapmadan bitirmiyim.Keşke nikahı kıyan papaz şöyle dese Galler Prensinden bi küçük altın,ooo Kraliçemizden geline 5'i bir yerde :D  neyse Cat Stevens dan Lady D'arbanville genç çiftimiz için gelsin...